Kadın
25 Şubat 2015, Çarşamba 09:14Özgecan Aslan’ın hunharca bir şekilde öldürülmesi ülke gündemini haklı olarak işgal etmiş durumda. Olayın üç kişi tarafından planlanarak ve tamamen cani bir şekilde gerçekleştirilmesi büyük bir infial yarattı. Herkes bu olay hakkında bir şeyler söylemek bir tepki göstermek istiyor doğal olarak.
Haberlerde bir çok kez karşılaşabileceğimiz –sıradan demek üzücü ama- maalesef sıradan bir tecavüz veya cinayet haberi olarak geçiştirilebilecek bir durum değildi bu. Son yıllarda oldukça artış gösteren kadına şiddet haberlerinin en organize ve en dehşetlilerinden biriydi.
Olay hala yürüyüş tarzı eylemlerle gündemdeki yerini koruyor. Bu tarz olayların önünü kesmek adına cezaların arttırılması ve hatta idamın geri getirilmesi üzerinde tartışılıyor. Olay elbette çok sıcak ve onun yarattığı duygusal yaklaşımlar mantıksal yargıların önüne geçmiş bir şekilde. Bir müddet sonra daha sağduyulu ve mantıklı düşünceler gelişecektir. Bununla birlikte gerçekten de bu tecavüz ve kadına dair şiddet olaylarında verilen cezalar daha caydırıcı olacaktır umarım. Öyle, sapığın mahkemedeki iyi hali, etekten, pantolondan tahrik olma bahaneleri ceza için bir indirim olarak önümüze konmayacaktır sanırım.
Bu olaylar bir de kadın erkek çatışması ortaya çıkardı. Oldukça haklı serzenişlerin, yakınmaların yanına mantıksal hiçbir yanı olmayan düşüncelerin dillendirilmesine de şahit olduk. Aslında bugün yaşadığımız bu yaklaşımların temelinde dünyamıza hala hükmeden fiziksel güç var.Hala ilkel bir şekilde fiziksel gücü olan haklı. Erkeğin kadın üzerine sürdürdüğü tahakkümün temelinde de bu fiziksel güç var.
İnsanoğlu mekanik bir anlayışın temellendirdiği bir hayat sürüyor ve bu mekanik yaklaşım güçlü olanı haklı kılıyor her zaman. Oysa ki insan mekanik bir yapı değildir. İnsan içinde aşkın bir yapıyı barındıran bir süreçtir. Aşkın yapısından kopartılan veya kopan insan mekanik bir anlayışın içine girdiği andan itibaren de arasındaki eşitlik de bozulmuştur. Jean Jack Rousseau insanın bir tarlanın etrafını çevirip “burası benimdir” demeye başladığı gün insanoğlu arasında bir eşitsizliğin başladığını söyler. Çünkü insanoğlu sahip olma olgusu ile birlikte mekanik bir anlayışa girmiştir. Sahip olmak gücünün yettiği her şeyde söz sahibi olmak demektir ki bu bazen bir tarla bazen bir ev bazen ise bir kadındır.
Binlerce yıldır devam
Garaudy şöyle düşünür: “Feminist hareketlerin haklı protestosu, uzun zaman sadece kadınların eşitliği isteği üzerine düğümlenip kalmıştır. Bu protesto; şans, ücret, çeşitli düzeylerde görevler sosyal ve insani saygınlığın bütün şekillerinde eşitlik isteği olduğu sürece tamamıyla haklıdır. Fakat söz konusu istek nihai hedef olamaz. Çünkü eşitlik için mücadeleyi asla bırakmaksızın, eşitlik hakkından ayrı olarak, farklılık hakkının devam ettirilmesi oldukça önem taşır. Kadının gayesi bir erkek olamaz. Hele egemen olan pozivitizm ve bireycilik yüzünden en gerçekçi boyutlarından koparılmış alınmış adam olmak…Zorunlu eşitliğin ötesinde, birbirini tamamlayıcılık esas alınmalıdır. Bu anlamda erkek kadına eşit değildir.”
Eşitlik konusu gerçekten kısır bir döngüdür. Kadın ve erkek birbirinin hasmı değil birbirinin tamamlayanıdır. “Kadın erkekle eşittir değildir.” “Kadın erkeğin önünde mi olmalı gerisinde mi kalmalıdır?” gibi gereksiz tartışmalara ise hiç girmeyelim. Son sözü ise Nazım Hikmet’ e söyletelim:
Kimi der ki kadın
Uzun kış gecelerinde yatmak içindir.
Kimi der ki kadın
Yeşil bir harman içinde
Dokuz zilli köçek gibi oynatmak içindir.
Kimi derki ayalimdir,
Boynumda taşıdığım vebalimdir.
Kimi der ki hamur yoğuran.
Kimi der ki çocuk doğuran.
Ne o, ne bu, ne döşek, ne köçek, ne ayal, ne vebal.
O benim kollarım, bacaklarım, başımdır.
Yavrum, annem, karım, kız kardeşim,
Hayat arkadaşımdır.