TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
Uygulamalarımız appstore googleplay
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

Aşiret-Tarikat ve Siyaset İlişkisi

Araştırmacı Gazeteci-Yazar Ömer Kaysı geçen hafta gazetemize değerlendirdiği günümüzde Aşiret, Tarikat ve siyaset ilişkisi hakkındaki röportajına bu hafta da devam etti.

Haber Giriş Tarihi: 24.10.2016 08:58
Haber Güncellenme Tarihi: 01.01.1970 02:00
Kaynak: Haber Merkezi
https://www.sanliurfaolay.com/
Aşiret-Tarikat ve Siyaset İlişkisi

Gazeteci-Yazar Kaysı, Bu haftaki röportajında ise geçen haftaki röportajında bahsettiği günümüz Aşiret ve Tarikatların Türkiye’nin siyasi geleceğinde nasıl rol oynayacağını belirtti.

      Sayın Hocam: Geçen hafta tarikat-cemaatlerin siyaset ilişkileri üzerinde yapmış olduğumuz söyleşi kamuoyu tarafından oldukça kabul gördü. Bu günkü söyleşimizi geçen hafta sorduğumuz Aşiret ve tarikatlar Türkiye’nin siyasi geleceğinde ne gibi rol oynayabilir? Sorusuyla başlamak istiyoruz.

      

       Sayın Halhalli: Son günlerde kamuoyu pek de bilgisiz bir şekilde Aşiret-Siyaset ve tarikat ilişkilerini tartıştığıdır. Özellikle Doğu’daki sanırım seksene yakın aşiret lideri bir araya gelerek yayınladıkları bildiride devlete bağlılıklarını sundular. Bu güzel bir yaklaşım, ancak bu soruya yanıt vermek için önce Aşiret nedir? Aşiretin Türk kültüründe yeri var mıdır? Diye bakmamız gerekir.

       Bilindiği gibi aşiret, sosyal bir organizasyon, bir toplum biçimidir. Geçmişte konar-göçer bir yaşam süren aşiretlerin temel geçim yolu hayvancılık idi. 1071 Malazgirt zaferinden sonra çeşitli aşiret ve boylardan oluşmuş olan Türkmenlerin kalabalık gruplar halinde Anadolu’nun çeşitli bölgelerine yerleştiğini az çok hepimiz biliyoruz. Özellikle Selçuklu hükümdarları kalabalık aşiret ve oymakları küçük gruplara bölerek yerleştirmek şeklinde özel bir siyaseti uygulamışlardır. Sonuç olarak aşiret, konar-göçer yaşamı temsil eden bir toplum biçimidir. Türk kültüründe de önemli yerinin olduğudur. Çünkü Anadolu’ya gelen Oğuz boy ve oymaklarının büyük çoğunluğu birçok aşiret ve oymaklardan geldikleridir. Bunların yaşam biçimi ve ortaya koydukları maddi ve manevi unsurlar Türk kültürünü ortaya koymuştur.

       Bütün göçebe unsurlarda izlendiği gibi Türk aşiretleri de hiyerarşik bir organizasyona sahiptir. Oysa aşiret liderliği karizmatiktir. Aşiret lideri genellikle aşiret içerisindeki en kalabalık aileye mensuptur.

      

       Sayın Hocam: Acaba Osmanlı Devleti’nin aşiretlere karşı politikası olmuş mudur?

 

       Sayın Halhalli: Elbette! Osmanlı devleti yerleşik yaşama geçmiş, tarımla uğraşan toplumu temel almış, onu devletin dayandığı temel unsur olarak kabul etmişti. Bu nedenle toprakla uğraşan çiftçi ve köylüleri koruyan, tarımsal üretimi teşvik eden bir siyaset izledi ve bununla ilgili kanunnameler düzenledi. Tarih boyunca göçebelerle tarımcı toplumun çıkarları çatışmıştır. Çünkü tarımcı tarlasından ürün alabilmek, göçebe de hayvanlarını otlatmak derdindedir. Bu nedenle sık sık göçebelerin koyunları ve sığırları tarım yapılan topraklara girer ve ekinli arazilere zarar verirler. Bu da bölgede büyük çatışmalara neden olur. Sosyolojik olarak tarım toplumu hayvancılıkla geçinen toplumlara nazaran daha gelişmiş, ileri bir safha kabul edilir. Osmanlı merkezi yönetimi de yerleşik yaşama geçmiş bir uygarlığı temsil ediyorlardı. Bu nedenle de çiftçi sınıfını temel aldılar. Gerçi konar-göçerlerle ilgili bazı düzenlemeler de yaptılar. Ancak bunlar daha çok, göçebelerin yaşamını denetim altında tutmak amacıyla yapılan önlemlerde, yaylak ve kışlaklarını tespit etmek, hangi yollardan geçeceklerini belirlemek gibi nitelikler oluşturuyordu. Bundan dolayı, konar-göçer topluluklar

Kendilerini ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapıldığından şikayet etmeye başladılar. Özellikle XVI. yüzyılda konar-göçer karakterli bir devlet olan Safeviler’i desteklemek üzere İran’a göç ettiler.

        Osmanlı merkezi yönetimi, dönem dönem ayaklanan ve yerleşik yaşama geçmiş toplumu rahatsız eden göçebeler için özel bir iskan siyaseti uyguladılar. Onları Rumeli’ye, Kıbrıs’a ve diğer adalara sürgün siyaseti uyguladılar. Bu sorun devleti yüz yıllarca uğraştırdı. XIX yüzyılda bile devlet Orta Anadolu’da, Çukurova’da, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da aşiretler iskan etmekle meşguldü.

 

       Sayın Hocam: II. Abdülhamit kurduğu Hamidiye Alayları ile neyi amaçlıyordu?

 

       Sayın Halhalli: Sultan II. Abdülhamit döneminde Doğu Anadolu’da Ermeni sorunu vardı. Avrupa devletleri ve Çarlık Rusya’nın baskısıyla Doğu Anadolu’da bir Ermenistan kurdurulmak isteniyordu. Bu konuda 1878 tarihinde imzalanan Berlin anlaşmasına da Doğu Anadolu’da Ermeniler lehinde düzenlemeler yapılması için maddeler konulmuştu. Sultan II. Abdülhamit sömürgeci Avrupa devletlerinin baskılarına rağmen bu maddeyi uygulamaya yanaşmadı. Bunun üzerine Ermeniler teröre başvurdular. Taşnak ve Hınçak adlı silahlı komiteler Türk köylerini basmaya ve Türk nüfusu yok etmeye giriştiler. Devletin bu hareketleri önlemesi zor değildi fakat en küçük bir Ermeni’nin burnu kanasa düvel-i muazzama konsolosları Bab-ı Ali’ye nota üstüne nota veriyorlardı.

       Bunun üzerine Sultan II. Abdülhamit, halifelik sıfatını kullanarak, Doğu ve Güneydoğu’daki aşiretleri resmi bir organizasyona tabi tutarak onlardan milis kuvvetleri oluşturdu. Bunlara Hamidiye Alayları adı verildi. Bu alayların kuruluş amacı Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da bir Ermenistan kurulmasının önüne geçmek idi. Birinci Dünya savaşındaki mağlubiyetimize rağmen Ermenistan kurulamadığına göre bu siyaset başarıya ulaşmış demektir.

 

       Sayın Hocam: Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile aşiretlerin siyasi-sosyal durumlarında herhangi bir değişiklik olmuş mudur?

 

       Sayın Mehmet Halhalli: Cumhuriyetle aşiretlerin yaşamında büyük bir değişme olmadı. Ancak sosyal gelişme ve kentlileşme nedeniyle aşiret yapısının eskisi kadar katı bir şekilde kalması tabi ki beklenemezdi. Kısman de olsa bazı yerlerde aşiret yaşamı devam etmekle beraber geçen yüzyıllardaki gibi sorun olmaları söz konusu değildir.

 

       Sayın Hocam: o halde günümüzde hala görevini sürdüren köy koruyuculuğu sistemi ile Aşiret alaylarını karşılaştırmamız mümkün müdür? Bu iki sistemin ortak noktaları var mıdır?

 

       Sayın Halhalli: Doğal olarak aralarında benzerlikler kurmak olasıdır. Hamidiye Alayları, Ermeni terörüne karşı Müslüman halkı organize etmeyi amaçlıyordu. Koruyuculuk sistemi de PKK terörüne karşı halkı organize etmek amacıyla oluşturulmuş olduğudur.

      

       Sayın Hocam: O halde günümüzde aşiretleri son durumunu nasıl değerlendirirsiniz?

 

       Sayın Halhalli: Bugün Güneydoğu Anadolu’da yaşayan bir kısım aşiretler siyasi bir ağırlığa sahiptir. Çünkü bu aşiretler toplu olarak belli bölgelerde oturmaktadır. Yani feodal yapı henüz tam anlamıyla çözülmemiştir. Çok partili demokratik yaşama geçince de iller bazında önemli bir oy potansiyeline sahip olmaları nedeniyle aşiretler siyasi yaşamda yer almaya başladı. Bu durum maalesef aşiret yapısının dağılmasını önledi. Devlet ve koruculuk uygulamasında olduğu gibi dönem dönem aşiret yapısını güçlendirecek uygulamalar yaptı.

 

       Sayın Hocam: Türkiye’de siyasi partilerin kitlelerin oyunu alabilmek için aşiretlere yöneldikleri düşüncesi doğru mudur? Bunda Türkiye’nin avantajları ve dezavantajları nelerdir?

 

       Sayın Halhalli: Doğu ve Güneydoğu bağlamında doğrudur. Tamamen Oportünistçe bir yaklaşımla siyasi partiler, çok partili döneme geçildiğinden bu yana aşiretler ve aşiret liderleri ile iyi ilişkiler içersinde olmak istemişlerdir. Daha öncede söylediğim gibi, aşiret yapısını güçlendiren unsurlardan birisi de sanırım bu olmuştur. Bu gelişme tabii ki, Türkiye için bir dezavantajdır. Çünkü ülkenin diğer bölümleri sosyolojik olarak uluslaşırken belirli kesimlerinin bırakın sanayi toplumunu, tarım toplumundan da önceki bir toplum tipinde kalması normal olmadığı gibi bir sosyal depremdir. Hala bir kısım insanlar bir aşiret kimliği veya bölge kimliği taşıyorlarsa burada sosyolojik olarak bir az gelişmişlik söz konusudur.

 

       Sayın Hocam: Günümüzde sayıları giderek artan Tarikatların siyasiler ile aralarında bir bağ var mıdır?      

 

       Sayın Halhalli: Muhakkak ki vardır. Birçok tarikat ve cemaatin siyasallaşarak organize olmaya çalıştıklarının en önemli tanığı 17 Temmuz Feto ayaklanmasıdır.Bu da cemaat ve tarikatların ekonomik ve sosyal fonksiyonlarının nasıl siyasileştiklerinin bir tezahürü olduğudur.

 

       Sayın Hocam: Bugün, bütün bu anlattıklarınızın ışığı altında Aşiret ve Tarikatlar, Türkiye’nin siyasi geleceğinde ne gibi rol oynayabilir?

 

       Sayın Halhalli: Aşiretlerin Türkiye’nin siyasi geleceğinde sürekli olarak rol oynayacağı inancında değilim. Ancak tarikatlar bu konuda biraz farklı. Halkın dini eğitiminin ihmal edilmemesi halinde cehaletin ve taassubun azalacağı kanaatindeyim. Eğer bu başarılabilinirse

 

Halkın tarikatlara daha dikkatli yaklaşacağı muhakkaktır. Şayet insanlara, iyi bir insan olmak, ibadetlerini yerine getirmek gibi kişisel planda fayda sağlayan niteliklerin yanında, yalan söylememek, insanları dini bakımdan ayırmamak, mezhepçilik ve ticarette dürüst davranmak, kul hakkı yememek, temiz ve hoşgörülü olmak gibi değerleri de kazandırabilirse,tarikatların Türkiye’nin siyasi ve sosyal geleceğinde son derece olumlu bir rol oynayabileceğini söyleyebilirim.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
google-site-verification=17JdBYTmCkOQ47__lWfiskKil_Sy4SbKNeDzgk4fPXs
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.