Bum nevbet mizedend der târem-i efrâsiyâb(kayzer'in (imparator) sarayında örümcek teşrifatçılık yapıyor, efrasiyab'ın yerinde hakimiyet davulunu da baykuşlar çalıyor (ya da efrasiyab'ın yerinde baykuşlar nöbet tutuyor)" imiş.
Burada verilen sözlerin apaçık dünyadaki her şeyin muvakkat ve geçici oluşuyla ilgili yapılan vurgulardır. Ölürken, konumu ne olursa olsun herkesin bin bir zahmetle elde ettiği mal mülk ve servetini bu dünyada bırakacağı gerçeğidir.
İster imparator, ister bir başkası olsun, günün birinde alaşağı edilip, veya esen muhalif bir rüzgârın etkisiyle darmadağın olup, örümcek ağının bozulduğu gibi, saltanatı yerle bir olacaktır.
Bu yüzden nokta kadar çıkarlar için virgül'ler misali eğilmenin insan doğasına aykırı olduğu; asıl yaratana karşı böyle bir eylemin olması gerektiğinin bilinmesidir. Kendileri gibi aciz bir kuldan bir şey dilemek için girişilen envai çeşit pozisyon, kişiyi ancak küçültür, ona karşı boynunu bükük bırakır.
Bu, kişisel özgürlüğü kısıtlamaktan öte geçmeyen bir durumdur.
Çünkü, dilekte bulunan kişinin de acz'yet içinde tecelli edildiğini ,günün birinde bu dünyadan göçüp gitmemesi için elinde bir iradenin bulunmadığı düşünülmelidir.
Bu dünya sahnesinde nice benim diyen krallar, imparatorlar, liderler gelip geçti. Saltanatları boyunca ,onca hüküm sür'melerine karşın, şu an yerlerinde yeller esmekte, bülbülü, gülü eksik olmayan şu anki viran olmuş bağlarında baykuşlar sazende'lik yapmaktadırlar.
Küre-i arzın en ücra en uzak yerlerine buyruklarını ulaştıran son derece muktedir bir imparator düşünün. Çevresinde veya dışında, buyruklarına ram ettiği insanların; öldüğünde, onu tahtından alıp toprağın altına gömmeleri bir ibret konusu değil midir?
Padişahların, adam tutup, "Mağrur olma sultanım, senden büyük Allah var" sözünü söyletmeleri sizce boşuna mıdır? Demiri kesen emirlerin kör bir bıçağa dönüşüp, işe yaramadığı gün artık her şeyin bittiğini gösterecektir.
Bayburtlu Zihni'nin dediği gibi:"
Laleyi sümbülü gülü har almış
Zevk u şavk ehlini ah ü zar almış
Süleyman tahtını sanki mar almış
Gama tebdil olmuş ülfetin çağı" Aynen öyle!
Sürülen zevklerin, tahakkuk ettirilen ülfetlerin ,şen şakrak geçirilen zamanların hükümranlığı ölümün bizden aldığı bir nefes kadardır.
İster mahşeri kalabalık, ister üç beş kişi ile olsun; sağlığında yanında olanların en fazla o kişiyle yapacakları yolculuk kabir kapısına kadardır. Ondan ötesi koca bir bilinmezliğin karanlıklı sürecidir.
Hani meşhur bir söz vardır ya" Dünya Sultan Süleyman' a kalmadı" diye, aynen öyle...
Ancak kalacak olan, iyilik veya kötülüklerle ilgili bırakılan eserler ve görünürde bir yığın toprağın olacağıdır .
Tüm bunların bilinip, hala kötülük ve abesiyette müdavim olmanın bir aklî izahı var mıdır bilemiyorum.
Ne diyelim Allah sonumuzu hayr eylesin!
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Mustafa Kaplan
VARLIK; ÖLÜMLE SON BULAN BİR NEFES KADARDIR
"Perdedari mikoned der kasr-ı kayzer ankebut
Bum nevbet mizedend der târem-i efrâsiyâb(kayzer'in (imparator) sarayında örümcek teşrifatçılık yapıyor, efrasiyab'ın yerinde hakimiyet davulunu da baykuşlar çalıyor (ya da efrasiyab'ın yerinde baykuşlar nöbet tutuyor)" imiş.
Burada verilen sözlerin apaçık dünyadaki her şeyin muvakkat ve geçici oluşuyla ilgili yapılan vurgulardır. Ölürken, konumu ne olursa olsun herkesin bin bir zahmetle elde ettiği mal mülk ve servetini bu dünyada bırakacağı gerçeğidir.
İster imparator, ister bir başkası olsun, günün birinde alaşağı edilip, veya esen muhalif bir rüzgârın etkisiyle darmadağın olup, örümcek ağının bozulduğu gibi, saltanatı yerle bir olacaktır.
Bu yüzden nokta kadar çıkarlar için virgül'ler misali eğilmenin insan doğasına aykırı olduğu; asıl yaratana karşı böyle bir eylemin olması gerektiğinin bilinmesidir. Kendileri gibi aciz bir kuldan bir şey dilemek için girişilen envai çeşit pozisyon, kişiyi ancak küçültür, ona karşı boynunu bükük bırakır.
Bu, kişisel özgürlüğü kısıtlamaktan öte geçmeyen bir durumdur.
Çünkü, dilekte bulunan kişinin de acz'yet içinde tecelli edildiğini ,günün birinde bu dünyadan göçüp gitmemesi için elinde bir iradenin bulunmadığı düşünülmelidir.
Bu dünya sahnesinde nice benim diyen krallar, imparatorlar, liderler gelip geçti. Saltanatları boyunca ,onca hüküm sür'melerine karşın, şu an yerlerinde yeller esmekte, bülbülü, gülü eksik olmayan şu anki viran olmuş bağlarında baykuşlar sazende'lik yapmaktadırlar.
Küre-i arzın en ücra en uzak yerlerine buyruklarını ulaştıran son derece muktedir bir imparator düşünün. Çevresinde veya dışında, buyruklarına ram ettiği insanların; öldüğünde, onu tahtından alıp toprağın altına gömmeleri bir ibret konusu değil midir?
Padişahların, adam tutup, "Mağrur olma sultanım, senden büyük Allah var" sözünü söyletmeleri sizce boşuna mıdır? Demiri kesen emirlerin kör bir bıçağa dönüşüp, işe yaramadığı gün artık her şeyin bittiğini gösterecektir.
Bayburtlu Zihni'nin dediği gibi:"
Laleyi sümbülü gülü har almış
Zevk u şavk ehlini ah ü zar almış
Süleyman tahtını sanki mar almış
Gama tebdil olmuş ülfetin çağı" Aynen öyle!
Sürülen zevklerin, tahakkuk ettirilen ülfetlerin ,şen şakrak geçirilen zamanların hükümranlığı ölümün bizden aldığı bir nefes kadardır.
İster mahşeri kalabalık, ister üç beş kişi ile olsun; sağlığında yanında olanların en fazla o kişiyle yapacakları yolculuk kabir kapısına kadardır. Ondan ötesi koca bir bilinmezliğin karanlıklı sürecidir.
Hani meşhur bir söz vardır ya" Dünya Sultan Süleyman' a kalmadı" diye, aynen öyle...
Ancak kalacak olan, iyilik veya kötülüklerle ilgili bırakılan eserler ve görünürde bir yığın toprağın olacağıdır .
Tüm bunların bilinip, hala kötülük ve abesiyette müdavim olmanın bir aklî izahı var mıdır bilemiyorum.
Ne diyelim Allah sonumuzu hayr eylesin!