Ayşe, sabah ezanı okununca, annesiyle birlikte namaz kılmak için odasına girip, uyandırmak istemiş. Odasının kapısını açıp içeri girince; gördüğü manzara karşısında dehşete düşüp, öyle bir çığlık atmış ki; dedesiyle ninesi yataklarından fırlayıp, “Ne oluyor..!" diyerek yanına koşmuşlar...
Gelinlerinin kanlar içinde yerde yattığını gördüklerinde, başlamışlar dövünüp, feryat etmeye...
Olayı duyan tüm komşuları doldurmuşlar evlerini... Polisler gelip olay yerini inceleyip, tutanak tutup; gitmişler...
Olaydan bir yıl sonra, maddi durumları pekiyi olmadıkları için dedesi, Ayşe'yi kendisinden yedi, sekiz yaş büyük uzak bir akrabasıyla nişanlandırıp, kısa bir zaman içerisinde evlendirmiş...
Bir kere insanın talihi kötü gitmesin, tüm felaketler üst üste gelir. Ayşe’nin de o misal... Daha gittiği ilk gün, kendisinden bir yaş küçük görümcesi ona zıt gitmeye başlamış, her fırsatta zavallı kızcağıza, günler geçtikçe, elinden gelen tüm kötülükleri bir bir uygulamaya koymuş... Yani anlayacağınız, orada da rahat yüzü görmemiş rahmetlik... Yalnız görümcesi mi; tüm aile seferber olmuş gibi, kızcağıza yapmadıkları eziyet; söylemedikleri hakaret bırakmamışlar... Ayşe her şeyi sineye çekip, kaderden deyip, tevekkülle sabrediyormuş. Gerçi sabretmese de ne yapabilirdi ki..!
Kızcağız, bu yaşadığı cehennemde debelenip duruyor, ne yapacağını bilememenin çaresizliği içinde eriyip gidiyormuş...
Adeta bir köle muamelesi gören kızcağız, ne yaparsa, ne söylese kimseye yaranmadığı gibi; üstüne üstlük birde kocasından sürekli dayak yemeye başlamış...
Bir gün yemek yaptığı sırada, görümcesi sırf kocasından
dayak yesin diye; ona fark ettirmeden yemeğe haddinden fazla tuz katmış...
Kocası yemekten bir kaşık alır almaz, ağzındakini tükürüp, kızcağıza "Bu ne biçim yemek..!" diyerek; öyle bir tokat atmış ki; Ayşe sersemleyip yere kapaklanmış. Arkasından kocası saçlarından tutarak, ayağa kaldırıp; tabaktaki yemeği kafasından aşağı döküvermiş...Peki bu durum karşısında görümce ne yapmış dersiniz...Pişkin pişkin gülmüş edepsiz..!
Günler böyle devam ediyor, Ayşe’nin bu zor şartlara tahammül etme gücü iflas etme eşiğine gelmiş...
Görümcesinin mahallede görüşüp, oynaştığı bir oğlan varmış... Görüşmediği zaman da, sabahtan akşama kadar onunla saatlerce konuşur, gevezelik edermiş...
Bir gün eve bayağı yüksek bir telefon faturası gelir. Akşam kocası, telefonla kimin bu kadar konuştuğunu sorunca; kaynanası, kızının suçunu örtbas etmek için 'Ayşe birileriyle sürekli görüşüyor, ona sor ' diyerek, o garibana iftira atmış...
Kocası bunları duyunca kudurmuş tabi ki... Adeta, aç kurt gibi saldırmış Ayşe'ye...
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Mustafa Kaplan
TABU 11.Bölüm
Ayşe, sabah ezanı okununca, annesiyle birlikte namaz kılmak için odasına girip, uyandırmak istemiş. Odasının kapısını açıp içeri girince; gördüğü manzara karşısında dehşete düşüp, öyle bir çığlık atmış ki; dedesiyle ninesi yataklarından fırlayıp, “Ne oluyor..!" diyerek yanına koşmuşlar...
Gelinlerinin kanlar içinde yerde yattığını gördüklerinde, başlamışlar dövünüp, feryat etmeye...
Olayı duyan tüm komşuları doldurmuşlar evlerini... Polisler gelip olay yerini inceleyip, tutanak tutup; gitmişler...
Olaydan bir yıl sonra, maddi durumları pekiyi olmadıkları için dedesi, Ayşe'yi kendisinden yedi, sekiz yaş büyük uzak bir akrabasıyla nişanlandırıp, kısa bir zaman içerisinde evlendirmiş...
Bir kere insanın talihi kötü gitmesin, tüm felaketler üst üste gelir. Ayşe’nin de o misal... Daha gittiği ilk gün, kendisinden bir yaş küçük görümcesi ona zıt gitmeye başlamış, her fırsatta zavallı kızcağıza, günler geçtikçe, elinden gelen tüm kötülükleri bir bir uygulamaya koymuş... Yani anlayacağınız, orada da rahat yüzü görmemiş rahmetlik... Yalnız görümcesi mi; tüm aile seferber olmuş gibi, kızcağıza yapmadıkları eziyet; söylemedikleri hakaret bırakmamışlar... Ayşe her şeyi sineye çekip, kaderden deyip, tevekkülle sabrediyormuş. Gerçi sabretmese de ne yapabilirdi ki..!
Kızcağız, bu yaşadığı cehennemde debelenip duruyor, ne yapacağını bilememenin çaresizliği içinde eriyip gidiyormuş...
Adeta bir köle muamelesi gören kızcağız, ne yaparsa, ne söylese kimseye yaranmadığı gibi; üstüne üstlük birde kocasından sürekli dayak yemeye başlamış...
Bir gün yemek yaptığı sırada, görümcesi sırf kocasından
dayak yesin diye; ona fark ettirmeden yemeğe haddinden fazla tuz katmış...
Kocası yemekten bir kaşık alır almaz, ağzındakini tükürüp, kızcağıza "Bu ne biçim yemek..!" diyerek; öyle bir tokat atmış ki; Ayşe sersemleyip yere kapaklanmış. Arkasından kocası saçlarından tutarak, ayağa kaldırıp; tabaktaki yemeği kafasından aşağı döküvermiş...Peki bu durum karşısında görümce ne yapmış dersiniz...Pişkin pişkin gülmüş edepsiz..!
Günler böyle devam ediyor, Ayşe’nin bu zor şartlara tahammül etme gücü iflas etme eşiğine gelmiş...
Görümcesinin mahallede görüşüp, oynaştığı bir oğlan varmış... Görüşmediği zaman da, sabahtan akşama kadar onunla saatlerce konuşur, gevezelik edermiş...
Bir gün eve bayağı yüksek bir telefon faturası gelir. Akşam kocası, telefonla kimin bu kadar konuştuğunu sorunca; kaynanası, kızının suçunu örtbas etmek için 'Ayşe birileriyle sürekli görüşüyor, ona sor ' diyerek, o garibana iftira atmış...
Kocası bunları duyunca kudurmuş tabi ki... Adeta, aç kurt gibi saldırmış Ayşe'ye...