‘Sıkıyönetimi yaşadım, baskı dönemlerini gördüm, ama bu dönemde gazetecilere yapılanı ilk defa görüyorum. Çünkü gazeteciler, gazetecilere yapıyorlar. Bir taraftaki gazeteciler, (Sizi sinek gibi ezeriz) diyor. Kendi grubunda olanlara diyor ki, (Sen niye bunların aleyhinde yazmıyorsun.) Böyle yayıncılık olur mu? Sen gazeteci misin, parti komiseri misin, militan mısın? Ben iktidar yanlısı olmak zorunda değilim. Yargıya başvuruyoruz, sonuç alamıyoruz.’
Tüm bu sözler, medyada en büyük gruplardan biri olan Doğan Medya Grubu Onursal Başkanı Aydın Doğan’a ait…
Logosunun yanında Türk Bayrağı, Atatürk ve ‘Türkiye Türklerindir’ sözü bulunan Hürriyet Gazetesi çok ilginçtir ki, AK Parti ve Cumhurbaşkanı tarafından ‘teröre destek vermekle’ suçlanıyor.
Hal böyle olunca da durumdan vazife çıkaran gazeteciler köşelerinde, televizyoncular yorumlarında, bazı politikacılar ise siyasi geleceklerini sağlama almak adına vur abalıya misali Hürriyet’e ve Aydın Doğan’a vuruyorlar.
Hürriyet ve Aydın Doğan’ı ‘terörü desteklemekle’ suçlayanlar, aslında Hürriyet ve Aydın Doğan’ın kendilerinden kat ve kat daha milliyetçi olduğunu çok iyi bilmelerine rağmen, seçime giderken kendilerine bir düşman yaratarak hem halkın hayat pahalılığıyla ilgili gündemini konuşmayı engelliyorlar, hem de 13 yıldan bu yana yapılan yanlışlıkların ülkeyi getirdiği notayı gözden kaçırıyorlar.
Yoksa iktidar sahiplerinin, Aydın Doğan ve onun gibi gazete patronlarının, hiçbir zaman basın özgürlüğü, çalışanların hakları, muhalif ve özgür basına yapılan saldırılar veya gazetecilerin öldürülmesi gibi ne dertleri oldu, ne de böylesine sorunlar ilgi alanlarına girdi.
Yıllarca iktidarların teşviki ile attıkları manşetlerle birçok insanın hayatını karartan Aydın Doğan ve benzerleri, 1990’lı yıllarda veya darbe dönemlerinde gazeteler bombalanırken, gazeteciler öldürülürken, basın özgürlüğünden veya yandaşlıktan dem vurmuyor, ticari ilişkileri her şeyin önünde tutuyorlardı.
Daha birkaç gün öncesine kadar Diyarbakır’da DİHA, Azadiya Welat ve Aram Yayınları’nın bulunduğu binaya silahlı baskın düzenlenmiş, kapı-pencere aşağıya indirilmiş, 32 kişiyi gözaltına alınmış, baskını izleyen evrensel ve İMC-TV muhabirleri tehdit edilmişti. Tüm bu operasyonların aynısı İstanbul’da da yaşanmıştı.
Yine birkaç aydır Cizre’den tutun Varto’ya, Lice’den tutun Silopi’ye, Silvan’dan tutun Nusaybin’e kadar yaşanan olayları okurlarına yorumsuz ve objektif vermekle yükümlü olan medya kuruluşları, bunun yerine sadece resmi açıklamalara yer vermeyi uygun görerek, halkın yaşadıklarını görmezden geldi.
Yani tüm bunlar yaşanırken ne Doğan Grubu’ndan, ne de başka guruplardan bir tepki gelmedi. Çünkü onlar için basın özgürlüğü kendi özgürlükleri veya kendi yazar-çizer tayfasının özgürlüğü anlamını taşıyor.
Burada bir parantez açarak gazete ve gazetecilere yönelik baskıları kınayan, bölgedeki olayları objektif olarak analiz eden Levent Gültekin, Celal Başlangıç, Fatih Polat, Aslı Aydıntaşbaş, Erol Önderoğlu, Aydın Çubukçu, Ahmet Abakay, Hasan Cemal gibi gazeteci ve akademisyen ile bazı aydınları tüm bunların dışında tutmak gerekir.
Ayrıca aralarında Basın Konseyi Başkanı Pınar Türenç, Basın Konseyi Onursal Başkanı Oktay Ekşi, Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Sedat Ergin, Cihan Haber Ajansı Genel Müdürü Abdulhamit Bilici, CHP Genel Başkan Yardımcısı Enis Berberoğlu, Can Dündar, Murat Yetkin, Tufan Türenç, Ayşenur Arslan, Bülent Mumay ile CHP Genel Sekreteri Gürsel Tekin, CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, HDP İstanbul Milletvekili Garo Paylan ve Maltepe Belediye Başkanı Ali Kılıç gibi isimlerin de bulunduğu grup, ‘Özgür basın susturulamaz’ ve ‘Basına uzanan eller kırılsın’ sloganlarıyla yürüdüler.
Bu yürüyüş elbette ki çok önemli ve anlamlı ve desteklenmeli.. Ama bunlar 1990’da da yapılmalıydı. Bunlar gazete ve gazeteciler ayırt edilmeden gerçekleştirilmeliydi. Ama olsun, bugünler umarım bir milat olur ve bundan sonra ismi ne olursa olsun tüm medya kuruluşlarına veya çalışanlarına yönelik baskılar bugünkü gibi kınanır.
Son olarak 1 Kasım genel seçimi ile ilgili birkaç cümle yazmakta yarar var. Kürtler için Federasyon hatta bağımsızlık istediğini söyleyerek DBP ve HDP’yi ‘Özerklikle yetinmekle’ suçlayan Hak ve Özgürlükler Partisi (HAK-PAR), seçime girmeme kararı aldığını açıkladı ve AK Parti’ye destek vereceğini ilan etti.
Bunun yanısıra seçime girmeyeceğini açıklayan ve resmi olarak bir partiyi destekleyeceğini açıklamayan, fakat herkesin hangi partiyi destekleyeceğini çok iyi bildiği Hür Dava Partisi’ni de (HÜDA-PAR) tablo eklersek, üçgen tamamlanıyor. Ne diyelim hayırlı uğurlu olsun.
Sevgiyle kalın.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ercan AKKAR
Kime göre basın özgürlüğü?
‘Sıkıyönetimi yaşadım, baskı dönemlerini gördüm, ama bu dönemde gazetecilere yapılanı ilk defa görüyorum. Çünkü gazeteciler, gazetecilere yapıyorlar. Bir taraftaki gazeteciler, (Sizi sinek gibi ezeriz) diyor. Kendi grubunda olanlara diyor ki, (Sen niye bunların aleyhinde yazmıyorsun.) Böyle yayıncılık olur mu? Sen gazeteci misin, parti komiseri misin, militan mısın? Ben iktidar yanlısı olmak zorunda değilim. Yargıya başvuruyoruz, sonuç alamıyoruz.’
Tüm bu sözler, medyada en büyük gruplardan biri olan Doğan Medya Grubu Onursal Başkanı Aydın Doğan’a ait…
Logosunun yanında Türk Bayrağı, Atatürk ve ‘Türkiye Türklerindir’ sözü bulunan Hürriyet Gazetesi çok ilginçtir ki, AK Parti ve Cumhurbaşkanı tarafından ‘teröre destek vermekle’ suçlanıyor.
Hal böyle olunca da durumdan vazife çıkaran gazeteciler köşelerinde, televizyoncular yorumlarında, bazı politikacılar ise siyasi geleceklerini sağlama almak adına vur abalıya misali Hürriyet’e ve Aydın Doğan’a vuruyorlar.
Hürriyet ve Aydın Doğan’ı ‘terörü desteklemekle’ suçlayanlar, aslında Hürriyet ve Aydın Doğan’ın kendilerinden kat ve kat daha milliyetçi olduğunu çok iyi bilmelerine rağmen, seçime giderken kendilerine bir düşman yaratarak hem halkın hayat pahalılığıyla ilgili gündemini konuşmayı engelliyorlar, hem de 13 yıldan bu yana yapılan yanlışlıkların ülkeyi getirdiği notayı gözden kaçırıyorlar.
Yoksa iktidar sahiplerinin, Aydın Doğan ve onun gibi gazete patronlarının, hiçbir zaman basın özgürlüğü, çalışanların hakları, muhalif ve özgür basına yapılan saldırılar veya gazetecilerin öldürülmesi gibi ne dertleri oldu, ne de böylesine sorunlar ilgi alanlarına girdi.
Yıllarca iktidarların teşviki ile attıkları manşetlerle birçok insanın hayatını karartan Aydın Doğan ve benzerleri, 1990’lı yıllarda veya darbe dönemlerinde gazeteler bombalanırken, gazeteciler öldürülürken, basın özgürlüğünden veya yandaşlıktan dem vurmuyor, ticari ilişkileri her şeyin önünde tutuyorlardı.
Daha birkaç gün öncesine kadar Diyarbakır’da DİHA, Azadiya Welat ve Aram Yayınları’nın bulunduğu binaya silahlı baskın düzenlenmiş, kapı-pencere aşağıya indirilmiş, 32 kişiyi gözaltına alınmış, baskını izleyen evrensel ve İMC-TV muhabirleri tehdit edilmişti. Tüm bu operasyonların aynısı İstanbul’da da yaşanmıştı.
Yine birkaç aydır Cizre’den tutun Varto’ya, Lice’den tutun Silopi’ye, Silvan’dan tutun Nusaybin’e kadar yaşanan olayları okurlarına yorumsuz ve objektif vermekle yükümlü olan medya kuruluşları, bunun yerine sadece resmi açıklamalara yer vermeyi uygun görerek, halkın yaşadıklarını görmezden geldi.
Yani tüm bunlar yaşanırken ne Doğan Grubu’ndan, ne de başka guruplardan bir tepki gelmedi. Çünkü onlar için basın özgürlüğü kendi özgürlükleri veya kendi yazar-çizer tayfasının özgürlüğü anlamını taşıyor.
Burada bir parantez açarak gazete ve gazetecilere yönelik baskıları kınayan, bölgedeki olayları objektif olarak analiz eden Levent Gültekin, Celal Başlangıç, Fatih Polat, Aslı Aydıntaşbaş, Erol Önderoğlu, Aydın Çubukçu, Ahmet Abakay, Hasan Cemal gibi gazeteci ve akademisyen ile bazı aydınları tüm bunların dışında tutmak gerekir.
Ayrıca aralarında Basın Konseyi Başkanı Pınar Türenç, Basın Konseyi Onursal Başkanı Oktay Ekşi, Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Sedat Ergin, Cihan Haber Ajansı Genel Müdürü Abdulhamit Bilici, CHP Genel Başkan Yardımcısı Enis Berberoğlu, Can Dündar, Murat Yetkin, Tufan Türenç, Ayşenur Arslan, Bülent Mumay ile CHP Genel Sekreteri Gürsel Tekin, CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, HDP İstanbul Milletvekili Garo Paylan ve Maltepe Belediye Başkanı Ali Kılıç gibi isimlerin de bulunduğu grup, ‘Özgür basın susturulamaz’ ve ‘Basına uzanan eller kırılsın’ sloganlarıyla yürüdüler.
Bu yürüyüş elbette ki çok önemli ve anlamlı ve desteklenmeli.. Ama bunlar 1990’da da yapılmalıydı. Bunlar gazete ve gazeteciler ayırt edilmeden gerçekleştirilmeliydi. Ama olsun, bugünler umarım bir milat olur ve bundan sonra ismi ne olursa olsun tüm medya kuruluşlarına veya çalışanlarına yönelik baskılar bugünkü gibi kınanır.
Son olarak 1 Kasım genel seçimi ile ilgili birkaç cümle yazmakta yarar var. Kürtler için Federasyon hatta bağımsızlık istediğini söyleyerek DBP ve HDP’yi ‘Özerklikle yetinmekle’ suçlayan Hak ve Özgürlükler Partisi (HAK-PAR), seçime girmeme kararı aldığını açıkladı ve AK Parti’ye destek vereceğini ilan etti.
Bunun yanısıra seçime girmeyeceğini açıklayan ve resmi olarak bir partiyi destekleyeceğini açıklamayan, fakat herkesin hangi partiyi destekleyeceğini çok iyi bildiği Hür Dava Partisi’ni de (HÜDA-PAR) tablo eklersek, üçgen tamamlanıyor. Ne diyelim hayırlı uğurlu olsun.
Sevgiyle kalın.