Tik..tak.. bu iki hece taa dünyaya ilk gelişimizden bu yana duyduğumuz fakat hiçbir zaman anlam veremediğimiz an içinde o an..Tıpkı su gibi, ekmek gibi. Varken kıymetini bilmemek, yokken yaşam damarlarından biri kesilmiş gibi arayıvermek. Eskiden suyu musluktan içer, saatli mariften tutardık zamanı, şimdi ise hiç kıymetini bilmeden geçirdiğimiz akreple yelkovanın birbirini kovalama heyecanı. Bayramların gelişini arife gününde ellerimize sürülen kına ve üzerine geçirdiğimiz eski bir çorapla süslerdik, heyecandan sabaha kadar uyuyamazdık. Birlik-beraberlik vardı eskiden, her şey birlikte yapılır, her yere birlikte gidilir, öyle ki aynı kaptan yemek bile yenirdi. Şimdi ise; herkes yorgun, kırgın, bir başına hareket ediyor. Ne zaman anlayacağız peki zamanın kıymetini!. Ok yaydan çıkınca mı? Anne evladını kaybedince mi? Dünya malını burada bırakıp, ahret yolculuğunda kefene cep diktiremeyince mi? Zamanın kıymetini tam anlamıyla anlamak için, 1 yılın değeri için dersini çalışmayıp sene tekrarı yapan öğrenciye, 1 ayın kıymetini anlamak için erken doğum yapmış bir anneye, 1 haftanın değerini anlayabilmek için haftalık yevmiye ile çalışan bir işçiye, 1 günün kıymetini anlayabilmek için ilaç parasını tamamlamak için dünyanın yükünü omuzlarında taşıyan bir hamala, 1 saatin kıymetini anlayabilmek için kavuşmayı bekleyen iki aşığa, 1 saniyenin kıymeti için ise; yoğun bakım önlerinde bekleyen hasta yakınlarına sormak gerek. Şimdi. İsteriz ki; dursun zaman, geçmesin saniye, ölmesin hiçbir anne-baba, evlat, eş, dost, kardeş. Kimse yaşamasın hiçbir acı, şifa bulmayan hasta, dermansız dert kalmasın. Zaman ister dursun, ister su gibi akıp geçsin. Herşey, herkesin gönlünce olsun. Dostça-Kalın. Hoşça_kalın.
Abdullah Uğur ÖZMEN
Köşe Yazarları





































