İmam-ı Rabbani hazretleri, insana belanın geliş sebeplerini sual ve cevaplarla şöyle açıklıyor:
Dünya, zevk yeri değil. Ahiret, bunun için yaratıldı. Dünya ile ahiret, birbirinin zıddı, tersidir. Birini sevindirmek, ötekinin gücenmesine sebep olur. Yani, birinde zevk aramak, ötekinde elem çekmeye sebep olur. O halde, dünyada nimetleri, lezzetleri çok olanlar, bunlara lazım olan şükrü yapmazlarsa, ahirette çok acı çekecektir. Bunun gibi, dünyada, tehlikelerden sakındığı halde, çok acı çeken mümin, ahirette çok lezzete kavuşacaktır. Dünyanın ömrü, ahiretin uzunluğu yanında, deniz yanında bir damla kadar bile değildir. Sonu olan, sonsuz ile ölçülebilir mi? Bunun için dostlarına merhamet ederek, sonsuz nimetlere kavuşmaları için, dünyada birkaç gün sıkıntı çektiriyor. Düşmanlarına, biraz lezzet verip, çok elemlere sürüklüyor.
“ Allahü Teâlâ, her şeye kadirdir. Dostlarına, hem dünyada, hem ahirette nimetler verseydi ve dünyada verdiği lezzetler, ahirette, bunların elem çekmesine sebep olmasaydı, daha iyi olmaz mı idi?” sorusunun çeşitli cevapları vardır.
Yedisi şöyledir:
1- Dünyada, birkaç gün dert, bela çekmeselerdi, Cennetin lezzetlerinin kıymetini anlamazlardı ve ebedi nimetlerin kıymetini bilmezlerdi. Açlık çekmeyen, yemeğin lezzetini anlamaz. Acı çekmeyen, rahatlığın kıymetini bilmez. Dünyada bunlara elem vermek, sanki daimi lezzetleri arttırmak içindir. Bu elemler, bir nimet olup, cahil halkı denemek için, büyüklere verilen nimetler, elem olarak gösterilmektedir. Yabancılara elem şeklinde gösterilen, dostlar için nimettir.
2- Belalar, sıkıntılar, cahil için sıkıntı ise de, bu büyüklere, sevdiklerinden gelen her şey, tatlı olur. Nimetlerden lezzet aldıkları gibi, belalardan da lezzet duyarlar. Hatta, bela sadece sevgilinin arzusu olup, kendi istekleri karışmadığı için, daha tatlı gelir. Nimetlerde bu lezzet bulunamaz. Çünkü, nimetlerde, nefislerinin istekleri de vardır. Bela gelince, nefisleri ağlar, inler. Bu büyükler, belayı nimetten daha çok sever. Bela, bunlara, nimetten daha tatlı gelir. Bunların dünyadan aldıkları lezzet, belalardan, musibetlerden gelir. Dünyada dert ve bela olmasaydı, bunların gözünde, dünyanın hiç değeri olmazdı. Dünyanın acı olayları olmasaydı, onu boş, abes görürlerdi. O halde, Allahü Teâlâ’nın dostları, dünyada da, ahirette de sevinçlidir. Dertlerden aldıkları lezzetler, ahiret lezzetlerinin azalmasına sebep olmaz.
Ahiret lezzetlerini gideren, cahillerin aradıkları lezzetlerdir. Allahü Teâlâ’nın başkalarına verdiği nimetler, dostlarına rahmettir. Onlara dert, elem olanlar da, dostlarına nimettir. Başkaları nimet gelince sevinir, dert gelince üzülür. Bu büyükler, nimette de, dertte de sevinçlidir. Çünkü bunlar, işlerin güzelliğine, çirkinliğine bakmaz, işleri yapanın güzelliğine bakar. İşleri yapan sevgili olduğu gibi, işleri de sevgili olur ve tatlı gelir. Bu dünyada, her şey, güzel olan yapıcının işi olduğundan, dert ve zarar verse de, bunlara, istedikleri ve sevdikleri şey olur. Kendilerine tatlı gelir. Allahü Teâlâ, dostlarını her an, kendi arzusuna razı ettirip, zevk ve lezzet içinde tutuyor. Başkasına dert olan, dostlar için, cemal ve kemal oluyor. Bunların arzularını, arzu edilmeyen şeyler içine yerleştirdi. Dünya lezzetlerini, başkalarının aksine, ahiret derece ve lezzetlerinin artmasına sebep eyledi.
3- Bu dünya, imtihan yeridir. Burada hak ile bâtıl; haklı ile haksız karışıktır. Burada, Allahü Teâlâ, dostlarına sıkıntılar, belalar vermeseydi, yalnız düşmanlarına verseydi, dost, düşmandan ayrılır, belli olurdu. İmtihanın faydası kalmazdı. Halbuki, gayba iman etmek gerekir. Dünya ve ahiretin bütün saadetleri, görmeden inanmaya bağlıdır. Hadid suresinin, “Allahü Teâlâ, Peygamberlerine, gaybdan, görmeden, yardım edenleri bilmek için...” mealindeki 25. Âyetinde, bu hâl bildirilmektedir. Dostlarını bela içinde göstererek, düşmanlarının gözünden sakladı. Dünya, imtihan yeri oldu. Dostları, görünüşte belada, gerçekte ise, zevk ve sefada. Peygamberlerin, düşmanlarla savaşması da böyle olurdu. Bedir’de Müslümanlar, Uhud’da kâfirler galip gelmişti. (Al-i İmran 140)
4- Evet, Allahü Teâlâ her şeye kadirdir. Dostlarına hem dünyada, hem de ahirette rahatlık verebilir ama, âdeti böyle değildir. Kudretini, hikmeti ve âdeti altına gizlemeyi sever. İşlerini, yaratmasını, sebepler altında gizlemiştir. O halde, dünya ahiretin aksi olduğundan, dostların, ahiret nimetlerine kavuşmak için, dünyada sıkıntı çekmeleri gerekir.
[Allahü Teâlâ’nın dostları, dertlere, belalara, tehlikelere karşı tedbir alır. Bunlardan kurtulmaya çalışır. Dayanılamayacak şeylerden kaçınmak, Peygamberlerin sünnetidir. Tedbirlere, çalışmalara rağmen başa gelen belalardan zevk alırlar. Dertlerden zevk almak, yüksek derecedir. Çok az seçilmişlerin yapacağı iştir.]
ASIL CEVAP
Dertlerin, belaların gelmesine sebep, günah işlemektir. Fakat, belalar, sıkıntılar, günahların affedilmesine sebep olur. O halde, dostlara, belalar, sıkıntılar çok gelirse günahları kalmaz. [Ama tevbe, istiğfar edince de, günahlar affolur. Dert ve bela gelmesine lüzum kalmaz. O halde, dert ve beladan kurtulmak için, çok istiğfar okumalı.] Dostların günahını, düşmanların günahları gibi sanmamalı. “İyilerin, iyilik sandıkları şeyleri, dostlar, günah bilir” buyuruldu. Bunların günah ve kusurları olsa da, başkalarının günahları gibi değildir. Yanılmak ve unutmak gibidir. Niyet ederek, karar vererek yapılmış değildir. Taha Suresinin, “Âdeme önce söyledik. Fakat unuttu. Azm ile, karar ile yapmadı” mealindeki 115. Âyet-i Kerime bunu bildiriyor. O halde, dostlara gelen dertlerin, belaların, çok olması, günahların çok olduğunu göstermez, günahların çok affedildiğini gösterir. Dostlarına çok bela vererek, günahlarını affeder, temizler. Böylece bunları, ahiret sıkıntılarından korur.
Cehennemdeki çok şiddetli azapların, birkaç günlük sıkıntı ile giderilmesi ve günahların temizlenmesi için dünyada sebepler gönderilmesi ne büyük nimettir. Dostlara bu muamele yapılırken, başkalarının günahlarının hesabını ahirete bırakıyorlar. O halde dostlara, dünyada çok dert ve bela vermesi lazımdır. Başkaları, bu ihsana layık değildir. Çünkü, büyük günah işlerler, yalvarmaz, boyun bükmez, ağlamaz ve Ona sığınmazlar. Günahları sıkılmadan ve kasten işlerler. Hatta inat edercesine işlerler. Hatta, Allahü Teâlâ’nın ayetleri ile alay edecek, inanmayacak kadar ileri giderler. Ceza, suçun büyüklüğüne göre değişir. Günah küçük olur ve suçlu boynunu büküp yalvarırsa, bu suç, dünya dertleri ile affolunabilir. Fakat, günah büyük, ağır olur ve suçlu inatçı, saygısız olursa, bunun cezası ahirette sonsuz ve çok acı olmak lazım gelir.
“Allahü Teâlâ, onlara zulmetmez. Onlar, kendi kendilerine zulmedip, ağır cezaları hak ettiler” buyuruldu. (Nahl 33)
Cahiller, ahmaklar, “Allah, dostlarına niçin bela gönderiyor da, nimet vermiyor” diyerek, bu sevgili kullara inanmıyorlar. Kâfirler, insanların en iyisine de böyle söylerdi. “Kâfirler, bu nasıl Peygamber, bizim gibi yiyip içiyor, sokakta geziyor. Peygamber olsaydı, kendisine melek gelir, yardımcıları olur, bize onlar da haber verir, Cehennem ile korkuturlardı. Yahut, Rabbi, para hazineleri gönderir veya meyve bahçeleri, çiftlikleri olur, istediğini yerdi dediler...” [Furkan 7]
Böyle sözler, ahiret hayatına inanmayanların sözleridir. Cennet nimetlerinin, Cehennem azaplarının sonsuz olduğunu bilen kimse, dünyanın birkaç günlük belalarına, sıkıntılarına hiç önem verir mi? Bu dertlerin, sonsuz saadete sebep olacağını düşünerek, bunları nimet olarak karşılar. Belalar, sıkıntılar, sevginin, şaşmayan şahitleridir. Ahmakların bunu anlamamasının ne önemi olur.
6- Bela, Kemend-i Mahbubdur [sevgilinin, âşıkını kendine çekmek için gönderdiği kemenddir.] Âşıkları, sevgiliden başka şeylere bakmaktan koruyan bir kamçı gibidir. Âşıkları, sevgiliye döndürür. O halde, dertlerin, belaların dostlara gönderilmesi lazımdır. Belalar, dostları, sevgiliden başka şeylere düşkün olmak günahından korur. Başkaları, bu nimete layık değildir. Dostları, zorla sevgiliye çekerler. İstediklerini dert ve bela ile çekerler ve onu sevgili derecesine yükseltirler. İstemediklerini başıboş bırakırlar. Bunların içinden, sonsuz saadete layık olan, kendisi doğru yola gelip, çalışarak, uğraşarak, ihsana kavuşur.
Görülüyor ki, seçilenlere, bela çok gelir. Çalışanlara, uğraşanlara o kadar çok gelmez. Bunun içindir ki, seçilmişlerin, beğenilmişlerin ve sevilmişlerin baş tacı olan Peygamberimiz, “Benim çektiğim acı gibi, hiçbir Peygamber acı çekmedi” buyurdu. O halde, dert ve belalar, öyle usta bir kılavuzdur ki, dostu dosta, şaşmadan kavuşturur. Sevgiliden başkasına bakmakla onu lekelemekten korur. Ne kadar şaşılır ki, âşıklar, hazinelere malik olsa, hepsini verip, dert ve bela satın alır. Aşk-ı İlahiden haberi olmayan, dert ve beladan kurtulmak için, varını yoğunu harcar.
Allahu Teâlâ cümlemizi Kendisine layık Kul, Habibine layık Ümmet eylesin. (Amin)
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Müslüm Abacıoğlu
Dert ve belaların geliş sebebi
Muhterem Kardeşlerim…
İmam-ı Rabbani hazretleri, insana belanın geliş sebeplerini sual ve cevaplarla şöyle açıklıyor:
Dünya, zevk yeri değil. Ahiret, bunun için yaratıldı. Dünya ile ahiret, birbirinin zıddı, tersidir. Birini sevindirmek, ötekinin gücenmesine sebep olur. Yani, birinde zevk aramak, ötekinde elem çekmeye sebep olur. O halde, dünyada nimetleri, lezzetleri çok olanlar, bunlara lazım olan şükrü yapmazlarsa, ahirette çok acı çekecektir. Bunun gibi, dünyada, tehlikelerden sakındığı halde, çok acı çeken mümin, ahirette çok lezzete kavuşacaktır. Dünyanın ömrü, ahiretin uzunluğu yanında, deniz yanında bir damla kadar bile değildir. Sonu olan, sonsuz ile ölçülebilir mi? Bunun için dostlarına merhamet ederek, sonsuz nimetlere kavuşmaları için, dünyada birkaç gün sıkıntı çektiriyor. Düşmanlarına, biraz lezzet verip, çok elemlere sürüklüyor.
“ Allahü Teâlâ, her şeye kadirdir. Dostlarına, hem dünyada, hem ahirette nimetler verseydi ve dünyada verdiği lezzetler, ahirette, bunların elem çekmesine sebep olmasaydı, daha iyi olmaz mı idi?” sorusunun çeşitli cevapları vardır.
Yedisi şöyledir:
1- Dünyada, birkaç gün dert, bela çekmeselerdi, Cennetin lezzetlerinin kıymetini anlamazlardı ve ebedi nimetlerin kıymetini bilmezlerdi. Açlık çekmeyen, yemeğin lezzetini anlamaz. Acı çekmeyen, rahatlığın kıymetini bilmez. Dünyada bunlara elem vermek, sanki daimi lezzetleri arttırmak içindir. Bu elemler, bir nimet olup, cahil halkı denemek için, büyüklere verilen nimetler, elem olarak gösterilmektedir. Yabancılara elem şeklinde gösterilen, dostlar için nimettir.
2- Belalar, sıkıntılar, cahil için sıkıntı ise de, bu büyüklere, sevdiklerinden gelen her şey, tatlı olur. Nimetlerden lezzet aldıkları gibi, belalardan da lezzet duyarlar. Hatta, bela sadece sevgilinin arzusu olup, kendi istekleri karışmadığı için, daha tatlı gelir. Nimetlerde bu lezzet bulunamaz. Çünkü, nimetlerde, nefislerinin istekleri de vardır. Bela gelince, nefisleri ağlar, inler. Bu büyükler, belayı nimetten daha çok sever. Bela, bunlara, nimetten daha tatlı gelir. Bunların dünyadan aldıkları lezzet, belalardan, musibetlerden gelir. Dünyada dert ve bela olmasaydı, bunların gözünde, dünyanın hiç değeri olmazdı. Dünyanın acı olayları olmasaydı, onu boş, abes görürlerdi. O halde, Allahü Teâlâ’nın dostları, dünyada da, ahirette de sevinçlidir. Dertlerden aldıkları lezzetler, ahiret lezzetlerinin azalmasına sebep olmaz.
Ahiret lezzetlerini gideren, cahillerin aradıkları lezzetlerdir. Allahü Teâlâ’nın başkalarına verdiği nimetler, dostlarına rahmettir. Onlara dert, elem olanlar da, dostlarına nimettir. Başkaları nimet gelince sevinir, dert gelince üzülür. Bu büyükler, nimette de, dertte de sevinçlidir. Çünkü bunlar, işlerin güzelliğine, çirkinliğine bakmaz, işleri yapanın güzelliğine bakar. İşleri yapan sevgili olduğu gibi, işleri de sevgili olur ve tatlı gelir. Bu dünyada, her şey, güzel olan yapıcının işi olduğundan, dert ve zarar verse de, bunlara, istedikleri ve sevdikleri şey olur. Kendilerine tatlı gelir. Allahü Teâlâ, dostlarını her an, kendi arzusuna razı ettirip, zevk ve lezzet içinde tutuyor. Başkasına dert olan, dostlar için, cemal ve kemal oluyor. Bunların arzularını, arzu edilmeyen şeyler içine yerleştirdi. Dünya lezzetlerini, başkalarının aksine, ahiret derece ve lezzetlerinin artmasına sebep eyledi.
3- Bu dünya, imtihan yeridir. Burada hak ile bâtıl; haklı ile haksız karışıktır. Burada, Allahü Teâlâ, dostlarına sıkıntılar, belalar vermeseydi, yalnız düşmanlarına verseydi, dost, düşmandan ayrılır, belli olurdu. İmtihanın faydası kalmazdı. Halbuki, gayba iman etmek gerekir. Dünya ve ahiretin bütün saadetleri, görmeden inanmaya bağlıdır. Hadid suresinin, “Allahü Teâlâ, Peygamberlerine, gaybdan, görmeden, yardım edenleri bilmek için...” mealindeki 25. Âyetinde, bu hâl bildirilmektedir. Dostlarını bela içinde göstererek, düşmanlarının gözünden sakladı. Dünya, imtihan yeri oldu. Dostları, görünüşte belada, gerçekte ise, zevk ve sefada. Peygamberlerin, düşmanlarla savaşması da böyle olurdu. Bedir’de Müslümanlar, Uhud’da kâfirler galip gelmişti. (Al-i İmran 140)
4- Evet, Allahü Teâlâ her şeye kadirdir. Dostlarına hem dünyada, hem de ahirette rahatlık verebilir ama, âdeti böyle değildir. Kudretini, hikmeti ve âdeti altına gizlemeyi sever. İşlerini, yaratmasını, sebepler altında gizlemiştir. O halde, dünya ahiretin aksi olduğundan, dostların, ahiret nimetlerine kavuşmak için, dünyada sıkıntı çekmeleri gerekir.
[Allahü Teâlâ’nın dostları, dertlere, belalara, tehlikelere karşı tedbir alır. Bunlardan kurtulmaya çalışır. Dayanılamayacak şeylerden kaçınmak, Peygamberlerin sünnetidir. Tedbirlere, çalışmalara rağmen başa gelen belalardan zevk alırlar. Dertlerden zevk almak, yüksek derecedir. Çok az seçilmişlerin yapacağı iştir.]
ASIL CEVAP
Dertlerin, belaların gelmesine sebep, günah işlemektir. Fakat, belalar, sıkıntılar, günahların affedilmesine sebep olur. O halde, dostlara, belalar, sıkıntılar çok gelirse günahları kalmaz. [Ama tevbe, istiğfar edince de, günahlar affolur. Dert ve bela gelmesine lüzum kalmaz. O halde, dert ve beladan kurtulmak için, çok istiğfar okumalı.] Dostların günahını, düşmanların günahları gibi sanmamalı. “İyilerin, iyilik sandıkları şeyleri, dostlar, günah bilir” buyuruldu. Bunların günah ve kusurları olsa da, başkalarının günahları gibi değildir. Yanılmak ve unutmak gibidir. Niyet ederek, karar vererek yapılmış değildir. Taha Suresinin, “Âdeme önce söyledik. Fakat unuttu. Azm ile, karar ile yapmadı” mealindeki 115. Âyet-i Kerime bunu bildiriyor. O halde, dostlara gelen dertlerin, belaların, çok olması, günahların çok olduğunu göstermez, günahların çok affedildiğini gösterir. Dostlarına çok bela vererek, günahlarını affeder, temizler. Böylece bunları, ahiret sıkıntılarından korur.
Cehennemdeki çok şiddetli azapların, birkaç günlük sıkıntı ile giderilmesi ve günahların temizlenmesi için dünyada sebepler gönderilmesi ne büyük nimettir. Dostlara bu muamele yapılırken, başkalarının günahlarının hesabını ahirete bırakıyorlar. O halde dostlara, dünyada çok dert ve bela vermesi lazımdır. Başkaları, bu ihsana layık değildir. Çünkü, büyük günah işlerler, yalvarmaz, boyun bükmez, ağlamaz ve Ona sığınmazlar. Günahları sıkılmadan ve kasten işlerler. Hatta inat edercesine işlerler. Hatta, Allahü Teâlâ’nın ayetleri ile alay edecek, inanmayacak kadar ileri giderler. Ceza, suçun büyüklüğüne göre değişir. Günah küçük olur ve suçlu boynunu büküp yalvarırsa, bu suç, dünya dertleri ile affolunabilir. Fakat, günah büyük, ağır olur ve suçlu inatçı, saygısız olursa, bunun cezası ahirette sonsuz ve çok acı olmak lazım gelir.
“Allahü Teâlâ, onlara zulmetmez. Onlar, kendi kendilerine zulmedip, ağır cezaları hak ettiler” buyuruldu. (Nahl 33)
Cahiller, ahmaklar, “Allah, dostlarına niçin bela gönderiyor da, nimet vermiyor” diyerek, bu sevgili kullara inanmıyorlar. Kâfirler, insanların en iyisine de böyle söylerdi. “Kâfirler, bu nasıl Peygamber, bizim gibi yiyip içiyor, sokakta geziyor. Peygamber olsaydı, kendisine melek gelir, yardımcıları olur, bize onlar da haber verir, Cehennem ile korkuturlardı. Yahut, Rabbi, para hazineleri gönderir veya meyve bahçeleri, çiftlikleri olur, istediğini yerdi dediler...” [Furkan 7]
Böyle sözler, ahiret hayatına inanmayanların sözleridir. Cennet nimetlerinin, Cehennem azaplarının sonsuz olduğunu bilen kimse, dünyanın birkaç günlük belalarına, sıkıntılarına hiç önem verir mi? Bu dertlerin, sonsuz saadete sebep olacağını düşünerek, bunları nimet olarak karşılar. Belalar, sıkıntılar, sevginin, şaşmayan şahitleridir. Ahmakların bunu anlamamasının ne önemi olur.
6- Bela, Kemend-i Mahbubdur [sevgilinin, âşıkını kendine çekmek için gönderdiği kemenddir.] Âşıkları, sevgiliden başka şeylere bakmaktan koruyan bir kamçı gibidir. Âşıkları, sevgiliye döndürür. O halde, dertlerin, belaların dostlara gönderilmesi lazımdır. Belalar, dostları, sevgiliden başka şeylere düşkün olmak günahından korur. Başkaları, bu nimete layık değildir. Dostları, zorla sevgiliye çekerler. İstediklerini dert ve bela ile çekerler ve onu sevgili derecesine yükseltirler. İstemediklerini başıboş bırakırlar. Bunların içinden, sonsuz saadete layık olan, kendisi doğru yola gelip, çalışarak, uğraşarak, ihsana kavuşur.
Görülüyor ki, seçilenlere, bela çok gelir. Çalışanlara, uğraşanlara o kadar çok gelmez. Bunun içindir ki, seçilmişlerin, beğenilmişlerin ve sevilmişlerin baş tacı olan Peygamberimiz, “Benim çektiğim acı gibi, hiçbir Peygamber acı çekmedi” buyurdu. O halde, dert ve belalar, öyle usta bir kılavuzdur ki, dostu dosta, şaşmadan kavuşturur. Sevgiliden başkasına bakmakla onu lekelemekten korur. Ne kadar şaşılır ki, âşıklar, hazinelere malik olsa, hepsini verip, dert ve bela satın alır. Aşk-ı İlahiden haberi olmayan, dert ve beladan kurtulmak için, varını yoğunu harcar.
Allahu Teâlâ cümlemizi Kendisine layık Kul, Habibine layık Ümmet eylesin. (Amin)